Türkiye ciddi bir bölünme tehdidiyle karşı karşıya. Hatta o tehdit ucube Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçtiğimizden beri fiilen gerçekleşti. İktidarın yarattığı paralel evrenden söz ediyorum. İki ayrı yönetim şeklinden, iki ayrı halktan. Birini inkar, diğerini baş tacı eden sistemden bahsediyorum. Bir tarafta çiftçinin, esnafın ekonomisi var. Diğer tarafta müteahhidin, yandaşın, kayrılanın çıkarları. Bir tarafta patates soğan etiketlerinin sözde faillerini sobelemek için oyalanan bir halk, diğer tarafta vergi affıyla ayakta tutulan bir topluluk. Tek ortak noktaları, her iki grubun da kimlik kartında TC Vatandaşı yazması. Birilerinin Harikalar Diyarını inşa etmek için, milyonların hayatı cehenneme çevrildi.
Harikalar diyarı güçlü olsun, iktidar düşü hiç bitmesin diye…
Ülkenin Başkanı, her şeyin iyi gittiğini söylerken çok haksız değil. Birileri için herşey gerçekten de iyi gidiyor. Ödeme taahhütleri ellerine tıkır tıkır sayılıyor. Adrese teslim ihaleleri alıyorlar. O ihalelerden kazandıkları paralarla yurt dışında yatırım yapıyorlar. Kazandıkları paranın vergisinden “kaçınmak” için, bir kısmını vergi cennetlerine yolluyorlar. Başkan ve adamları, Harikalar Diyarı güçlü olsun, İktidar düşü hiç bitmesin diye kendi zenginlerine kapıları sonuna kadar açıyorlar.
Maalesef inkarcı bir kafayla yönetiliyoruz
Bu gerçekler karşısında artık tek bildikleri iş “inkâr siyaseti”! Genel Bşk Yrd. zat, “merak etmeyin, sorun dış piyasalarda, çarşı-pazar yangınını söndüreceğiz” mealinde açıklamalar yapıyor. İç İşleri Bakanı yine sahnelere çıktı. “Siyasi şiddet” tartışmalarında yüreklere su serpmiş gibi, Avrupalıya hukuk, vatandaşa ekonomi nutukları çekiyor! Hakkındaki iddialar sümen altı edilince, iddia sahipleri hakkında dosyalar hazırlanınca, küçük ortak sayesinde yerini garantiye alınca bağıra çağıra konuşuyor yine. Aziz kardeşlerim; sizce de bu inkar siyaseti, tam bir kara komediye dönüşmedi mi artık? “Açım” diyene “şükret” “Geçinemiyorum” diyene “telefonunu göster” “Eve ekmek götüremiyorum” diyene “kemerleri sık” “Işsizim” diyene “ülkenin değerini bil” “Hak-hukuk-eşit vatandaşlık” diyene “nankörlük etme” diyen, İnkarcı bir kafayla yönetiliyoruz maalesef.
5 müteahhidin paralarına gelince “Londra Tahkim Mahkemesi” demeyi biliyorsunuz
İnkar siyaseti sadece ekonomide değil elbette. Yargının hali de içler acısı. Kuvvetler Birliği sisteminde, adam çıkıp “HSK üyeliğimden Sn. Devlet Bahçeli ile istişare sonucu ayrıldım” diyebiliyor. Sonra da çıkıp elin Avrupalısına atar yapıyorlar “senin hukukunu takmam diyorlar” Avrupa Konseyine üye olmuşsunuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine imza koymuşsunuz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargısal yetkilerini, TBMM’de kanunlaştırıp kabul etmişsiniz, şimdi de çıkıp “ben oynamıyorum, içişlerimize karışamazsınız” diyorsunuz. Ama 5 müteahhidin paralarına gelince, “Londra Tahkim Mahkemesi sizden bu paraları söke söke alır” demesini biliyorsunuz!
Elin batılısı da sana bu muameleyi yapar
“Ey Avrupa. Amerika, iç hukukumuza karışamazsın” diyorsun madem, o halde bu aslan kükremesinin ardında dur. Adam senin “ajan” dediğin rahibi bir telefonla bıraktığını, “Terörist” dediğin gazeteciyi bir helikopterle ülkesine gönderdiğini görürse, yüksek yargın çıkıp “üyeliğimi siyasilerle istişare ile bıraktım” derse, sen çıkıp hiçbir silahlı eyleme bulaşmamış sivil toplum örgütü mensuplarını, “ileride silah kullanma ihtimali var” deyip yüzlerce yılla yargılarsan, dosyasında lehine istihbari deliller olduğu halde adamı, tehdit aldığı örgütün lideri gibi gösterip 4 defa 12.5 yılla örgüt liderliğinden yargılarsan; infaz yasasıyla mafyayı salıp binlerce insanı siyasi kriterlerle içeride tutarsan, 4. evre kanser hastası bir anneyi, eften püften sebeplerle mahkum edip hastalığına rağmen dört duvar arasına tıkıp, elde kelepçe hastane hastane dolaştırırsan, adil yargılanma hakkı başta olmak üzere, binlerce hak ihlaline sebebiyet verirsen, insanları KHK’larla cezalandırdıktan sonra, üstüne bir de sosyal ölüme mahkum edersen, yargıçların çıkıp “o otelde kaldım ama bir sorun neden kaldım” diye itirafta bulunursa, ülkeyi dolandırmış adamı, arka kapıdan ülke dışına kaçırırsan, kararlarını beğenmediğin AYM’nin kapatılması için dünyayı ayağa kaldırırsan, elin Batılısı da sana bu muameleyi yapar. Mesele bu kadar basit…
Hz. Ömer’in adaletini uyguladın da elin Avrupalısı seni çekemedi mi?
Sen Hz. Ömer’in adaletini uyguladın da, elin Avrupalısı senin o kutlu insanı örnek almanı mı çekemiyor? Sen hakkı, hukuku, adaleti çiğnemedin de, on binlerce vatandaşını mağdur etmedin de, içlerinde torpilli olanları borsalar kurup parayla kurtarmadın da, milletin şirketlerine çökmedin de, elin Batılısı duman olmayan yerden ateş mi çıkarmaya çalışıyor? “Güçlü Türkiye”, perde arkasında her türlü numarayı çevirip ardından naralar atmakla,millete popülist mesajlar vermekle oluşmaz !! “Dünya Adalet Projesi” ölçümlerine göre, 139 ülke arasında 134. Sıraya gerilemişiz! O güçlü Türkiye ancak hakkı, adaleti ayağa kaldırarak, başta yargı olmak üzere tüm kurumlara, bürokrasiye saygınlığını bahşederek olur!
Bu teorinin de çuvallayacağından emin olabilirsiniz
Yıllardır “Enflasyonun anası da babası da faizdir” diyenlerin yeni teorisine bakar mısınız? “Cari açık sebep enflasyon sonuçtur” Haydi buyrun buradan yakın! Kuru artık uçan balon gibi kendi haline bıraktılar. Belli ki siyasetin baskısına dayanamayacak, belki bugünkü belki önümüzdeki toplantılarda faiz indirimine devam edecekler, TL yine değer kaybedecek. Bunların hesabı şu: İhracat ürünlerimiz ucuzlayacak, daha fazla ihracat yapacağız. İthalat pahalılaşacak; cari açık kapanacak; döviz ihtiyacımız azalacak. Bu da döviz kurlarının yükselmesini azaltacak. Ve bu da enflasyonu düşürecek! Haydi buyurun gölge boksuna! Bu teorinin de çuvallayacağından emin olabilirsiniz. Zira Türkiye ihracat yapabilmek için ithalat yapan bir ülke. İthalatın zaten yaklaşık % 70’i, üretimde kullanılan hammadde ve ara mamülden oluşmakta. Üstelik üretimin en önemli girdisi enerji de ithal edilmekte. Bu işin Türkçesi şu: Aynı miktar dövizi kazanabilmek için daha fazla mal satıyoruz. Aynı miktar parayla daha az hammadde ve aramalı satın alıyoruz. İthalatımız pahalılaşıyor, ihracatımızsa ucuzluyor. Bu durumda enflasyonun düşmesi söz konusu olabilir mi? Olsa olsa çalışan nüfusumuz yoksullaşır. Ve hep birlikte daha fazla fakirleşiriz.
84 milyon vatandaş bunun hesabını sormayacak mı?
Bildiğiniz üzere Hükümet 2022 bütçesini sundu. Dokümanı incelediğimizde en dikkat çekici kısım faiz harcamalarındaki artış. 2022 yılında 240 milyar TL’ye çıkacak olan faiz harcamaları, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmeden önceki yıl olan 2017’nin neredeyse 5 katına ulaştı. 2017 yılında her 10 liralık vergi gelirinin 1 lirası faize giderken, 2022 yılında bu 2 liraya çıkacak. “Faizle mücadele nasıl edilir göreceksiniz” diyerek kazanılan seçim sonrasında, Türkiye, 50 milyon üstünde nüfusu olan ülkeler arasında en yüksek faize sahip ülke konumuna düştü. Dövizde de farklı bir şey olmadı. Seçimden bu yana geçen 3 yılda, Dolar ve Euro nerdeyse 2 katına çıktı. Bu ülke, 84 milyon vatandaşıyla, hep bir ağızdan “2017’ye kadar ortalama 50 milyar TL borç faizi ödemişken, neden bu yıl 190 milyar TL ödeyecek, neden bu rakam seneye 240 milyar TL’ye çıkacak, neden bir sonraki yıl 300 milyarı da geçecek?” diye sormayacak mı? Propagandanın karın doyurmadığını, sorunları rakamlarla kapatmanın, kabaran faturaları ödemediğini, yükselen kiralara çare olmadığını, daha ötesi o yükselen faizlerin sadece kendisinin değil, çocuklarının hayatından da çaldığını gün gelip kavramayacak mı?